Kavaldunyasi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Kavaldunyasi

kaval dünyası, , , na hoş, , , geldiniz...
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Sinan Çelik Röportajı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Kaval Dunyasi
Admin
Kaval Dunyasi


Mesaj Sayısı : 124
Kayıt tarihi : 16/08/07

Sinan Çelik Röportajı Empty
MesajKonu: Sinan Çelik Röportajı   Sinan Çelik Röportajı EmptyC.tesi Ağus. 18, 2007 2:29 pm

Hüznün, Acının Sesi Kavalın Yaratılış Öyküsü
Tavır

Dünyanın en güzel şeylerinden biridir enstrüman çalmak. Bir tutku, bir hastalık… Enstrümanla aranızda gözle görülmez bir bağ kurulur, arayı uzattığınızda küser. Birlikte yaşar sizinle enstrümanınız… Ya da siz enstrümanınızla birlikte yaşarsınız. Kavalın ise ciğerden gelir sesi; nefesinizi verirsiniz usul usul. Sıcak nefes, onu ısıtır hayat verir, dört diyarı dolaşır nefes, düğünlerde halay çekenlere karışır, evlat acısı çekenlerin boğazında düğümlenir, gurbet ellerde sıla özlemi olur. Çobanın kendi başına dertlendiği coştuğu kavala nefesini, yüreğini, sevdasını verip yaygınlaştıran, orkestralara kazandıran kaval sanatçısı Sinan Çelik ile kaval yapımcılığı üzerine sohbet ettik.

Kaval sanatçısı olarak başka bir uzmanlık alanı olması gereken kaval yapımcılığına soyunuyorsunuz, neden?
Birileri bunu yapmazsa iş bizim başımıza kalıyor. Güzel enstrümanların bize sunulduğu bir ortamda bulunsak tabii ki daha güzel olacak. Ama problem şu, Anadolu’da yaygın olarak kullanılan kavalın perdeleri kendi içinde sağlam olabilir ama orkestrayla birlikte, diyelim ki tonun Do olduğu bir orkestraya eşlik edeceksiniz ve sizin elinizdeki kaval ne Do, ne Si, arada bir şey olabilir. Geleneksel tarzda açılmış bir kaval varsa bu problemle karşılaşabiliyorsunuz, böyle olmuyor tabii. Bu anlamda devletin ciddi bir araştırması da yok, halk müziğiyle uğraşan uzmanların da böyle bir derdi olmamış. Yani TRT’nin tek kanal olduğu dönemlerde, halk müziği adına araştırma, derleme çalışması yapan insanlar, enstrümanlara da gereken önemi vermediler. Enstrüman yapımı çok önemli, iyi icracılar olduğu gibi, iyi enstrüman da olması gerekiyor. İyi saz olmadan nasıl çalabilirsiniz, mümkün mü?

Komşularımızdan Bulgaristan’a gittim ben, orada da geleneksel çalgılar kullanılıyor. Mesela otantik gayda ile şimdi kullanılan gayda aynı değil. Perde sayısı değişmiş, 7 perdeli ve kromatik perde yapmışlar, altta da bir tane 8 oluyor. Şimdi gaydada ses verecek aparat var iki tane, yan yana. Biriyle melodi çalarken, diğeri de dem sesi anlamında size yardımcı olsun diye. Adamlar bunu almış, başka bir yerine takmış. Anormal şeyler çalıyorlar, çok güzel. Çıkan ses gayda sesi tabi, tını aynı. Ama çok gelişmiş. Diyelim ki ton değiştirmek istiyorsunuz, aparatı değiştirip daha geniş ses alabiliyorsunuz. Bunu gadulkada da yapmışlar, bizim klasik kemençeye benzer. Şimdi onu dört telli yapmışlar, 12 tane rezonans teli var, enstrümanda anormal bir genişlik var. Bizim orkestralarda en fazla bir iki tane kabak kemane yan yana duyuyorsunuz ama belli bir sese geldiğiniz zaman o sesler rahatsız etmeye başlıyor sizi. Orada 8–10 tane gadulka aynı anda çalıyor bir yaylı orkestrası gibi duyuyorsunuz.

Kavalda ise bir Re bir Do kaval var. Bu sefer iyi kompozitörler yetiştirmişler. Enstrümanların yapılarına uygun yazılmış her şey. Biz gidiyoruz burada yurttan seslerde veya öteki kayıtlarda herkesin önüne aynı notaları koyuyorlar. Şimdi bağlama yöresel tavrı biliyorsa ona göre çalıyor. Bu ezgi kavalda nasıl çalınacak, tezeneli bir saz değil, nasıl çalacaksınız bu ezgiyi yani? Orada kavala göre olan pasaj ona göre yazılmış, gadulkaya göre olan ona göre yazılmış. İşin bir başka yönü, bizde komalar var; sizi sınırlayabilir bu. Bizde makamlara göre perdeler açılmış kaval ve meyde. Şimdi ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Ben artık komasız açıyorum. Ama koma kullanılacaksa bant yapıştırıyordum daha önceleri. Şimdi bir aparat üzerinde çalışıyorum ben. Bunun sayesinde perdeyi küçültüyorum. Ben neden kavalı hep aynı yerden çalayım ki, ezgi nereden güzel tınlıyorsa oradan çalayım. Yani yedi parmağımı da kapatarak niye çalayım. Üç parmak kapalıyken daha iyi çıkıyorsa neden öyle çalmayayım? Koma sorunu çıkarsa da bu aparatı takıyorum.

Kaval, İran neyinden ve Arap neyinden daha gelişmiştir. İran neyi 5 perdeli, Türkiye’de çalınan Arap neyi 6 perdeli. Kaval ise 7 perdeli, ses alanı daha geniş, kullanım alanı daha geniş ve ayrıca transpoze yaparak çalma imkânları fazla. Ben de değişik melodileri sazın değişik yerlerinden çalmak istiyorum.

Kavalın ülkemizde gelişmemesinin sebepleri nedir?
Halk müziğinin toplu icra edilme anlayışı da o kadar eski değil. Halk müziği kırsal kesimlerde icra edilirken, sanat müziğinin ya da klasik Türk müziği ne denirse, onun birlikte çalınma geleneği çok daha eski. Yani bağlamalar karşılıklı atışma tarzında söylüyorlar. Ara ara, bitirirken, birlikte aynı ezgiyi çalıyorlar. Ufak ufak da olsa vurmalı giriyor. Davul-zurna da oldukça yaygın olmuş zaten, düğünlerden falan. Yani birlikte çalınmanın yeni olması en büyük etken bence.

Konservatuarlarda enstrüman yapım bölümlerinde kaval yapılıyor mu?
Kavalın yapımı diğerlerine göre daha kolay görünse de aslında zor; bir torna makinesi, torna ustası olması lazım. Yani bir bağlama ya da diğer sazlar için o atölyede torna olması gerekmiyor ama kaval için gerekiyor. Diğer enstrümanların değişik parçalarını başka atölyelerde yaptırıp atölyenizde birleştirebilirsiniz ama kaval tek bir parçadan oluşuyor. Benim burada yaptığım gibi, kavalı başka yerde açtırıp, burada perdelerini açmak, kaval yapım bölümüne girmiyor. Yani kalifiye bir iş gerekiyor.

Daha çok hangi ağaçlar kullanılıyor?
Eskiden yaygın olan, ilk akla gelen erik ve kayısıdır. Şimdi ben kızılcık, yaban armudu, dut ağaçlarından kaval yapmıştım. Kızılcık güzel bir ağaç ama zor bulunuyor, hem zaman içinde “işleme” dediğimiz, eğilme ve çatlama riski var. Ama dokusu sert bir ağaç. Geniş gövdeli ağaçlardan yapılması gerekiyor, zamanla işlememesi için. Ağacın kendi içinde bir öz suyu var, bu çok riskli. Suyun hareket ettiği bölge risklidir. Öze yakın olan bölgeden yapılması lazım. Şimdi dişbudaktan deniyoruz. O da şuradan aklımıza geldi, Makedonya’dan kavallar getirtmiştik, çok hafifti. 6–7 kaval hepsi 200–250 gram gibiydi. Ben ağaç olduğunu bile tahmin edemedim. Bir araştırdım, dişbudakmış. Tonları da iyi, Anadolu’da da yaygın olan bir ağaç. Kestane vs. Ancak kesimi uygun koşullarda yapılmamışsa erik de olsa, başkası da olsa bir şey değişmiyor, kötü oluyor.

Ben bu işten çok büyük bir keyif alıyorum; yani hazır kavallar olsaydı da böyle uğraşmasaydım diye düşünmedim hiç. Bu iş için Anadolu’nun dört bir tarafını gezdim, ilk kavallarımı Tokat/Niksar/Ellikveren Köyü’nde Hasan Usta’ya yaptırıyordum. Daha sonra onlar İstanbul’a göçtüler, burada vefat etti. Bunun için yeni arayışlara girdim. Şimdi Adana’da bir ustayla çalışıyorum; torna tesviye bölümünden emekli bir öğretmen kendisi, bu işi iyi bilen birisi, ağacı da iyi tanıyor. Şu anda onunla da çalışıyorum. Değişik et kalınlığı da önemli tınıyla ilgili onunla ilgili de bir çalışma yapıyoruz.

Plastik kaval ya da alüminyum kavallar çok yaygın, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yani 100–150 YTL bir enstrüman almak için pahalı gelebilir insanlara, ülkenin ekonomik durumu belli zaten. Öğrenmek ve kullanmak isteyenler olabiliyor, bu anlaşılabilir bir durum. Ancak bir bakıyorsunuz TRT’de bile plastik şeylerle çalıyor, buna sıcak bakmıyorum, çünkü kavalın bir tınısı var, kaval tınısı var, bir rengi var. Neden insanlar asırlardır kamıştan yapılmış bir kaval yapmamışlar da başka ya ağaç delmeye çalışmışlar, ya da pirinç borudan yapmaya çalışmışlar. Çünkü kavalın bir rengi var, kaval sesi var. Ama tabii ağaç olmalı, ağaç tınısı alınmalı.

Kitabınızın çıkacağını duyduk; ne zaman çıkacak?
Yazıldı bitti aslında, bir iki düzeltme vardı, o da yapıldı. Zamanında bitmesi gereken işler var, yeni çıkacak olan albümler var, ondan sonra nisan ayında çıkacak. Bu birincisi olacak. Şöyle bir şey de var: Bu metodu birilerinin çalışıp benim de takip etmem gerekiyordu. Seviyesinin üstünde olabilir, anlaşılmayabilir diye beklemek istedik.

Değişik olarak, birinci ve ikinci pozisyon olarak daha önce benim adlandırdığım isimlendirmeyi kaldırıp, dizi olarak değiştirdik. Sol dizisi, La dizisi, Re dizisi gibi. Bu yeni olacak. Çünkü Anadolu’daki ezgilerin bir kısmı pes tarafa doğru genişliyor, özellikle zeybeklerde vs. Bunu La veya Sol dizisiyle icra etmek mümkün değil. Yani diyelim pese doğru genişlerken siz neden onu tizden çalasınız ki? Kavalda da zeybeklerin bir kısmını çalarken sıkıntılar oluyordu. Bulgaristan’a gitmiştim, orası olaya bakışımı çok etkiledi. Dünyanın her yerinde bir La sesi vardır. Bizim ülkemizde La diyorsun başka bir La çalıyor, başka bir şey icra ediyor. Re dizisiyle çalıştığımız zaman bu sıkıntı da olmayacak. Piyanodaki La ne ise o notadan istenen ses daha rahat çıkacak. Bundan sonra sen oturup kendi notanı transpoze etmeyeceksin, sana yazan piyano üzerinden yazacak. Donanımında si bemol, la bemol olanları pese doğru genişlemeleri falan daha rahat çalacaklar. Bir de uzun havalar yazdım 8–10 tane. Bizim sazımızda doğaçlama çok önemli. Onların çalacağı bir biçimde notaya aldım.

Kaval yapımcılığının gelişmesi için girişimlerde bulunuyor musunuz?
Tabii bulunuyorum, neden Adana’ya gidiyorum? Burada da kaval yapan ustalar var. Ama ben Adana’ya da gidiyorum, orada da birileri yapsın istiyorum; yoksa burada on dakikada ulaşacağım yerlerde de var. Ali Usta var mesela. Adana’da üç-beş gün kalıyorum, oradaki insanları da teşvik etmeye, motive etmeye çalışıyorum.

Bizim insanlarımız geleneksel tarzda bu işi yapmaya çalışıyorlar, bir sürü şeyi ben onlara anlattım, çoğunun kaval açarkenki aparatlarını da ben yaptırdım, matkap uçlarını dışarıdan getirtip... Daha önceden ben de kaval perdelerini yakarak açıyordum ama, bunu sağlıklı olmadığını gördüğüm için, daha kolay ve ağaca zarar vermeyecek tarzda güzel bir aparat yaptırdım. Elle yakarak açtığınızda kavalı ona bağlıyorum, sabit kalıyor. Perdeyi açtıkça, şaryo ilerleyerek diğer deliğin üstüne geliyor. Yakıldığı zaman hem ağaca zarar veriyorsunuz, hem eğri-büğrü delme riski var, hem de perdeleri standart açamama gibi bir durum var. Bir kaval açmak için yarım saat uğraşılıyordu, şimdi üç dakikada açıyorum.
Kavalın başına koyduğumuz başlığı da ilk defa ben koydum.

Yıllar sonra Bulgar kavalı gördüğümde aynısını onların da kullandığını gördüm, tabii benimki çok büyük bir keşif değil, ama aklın yolu birdir. Şimdi neyde baş pare varsa, kavalda da buna benzer bir aparat olmalı dedim. Başlık ağacın kırılmasını engelliyor, hem de çok hafif tizliklerde onu uzatarak akordunu da biraz ayarlama avantajı oluyor. Göze hitap etmesi için de çalışıyorum. Yüz kaval içinde sizin gözünüze Bulgar kavalı çarpıyorsa bu ona harcanan emeği gösterir.

Bir de kavalın yağlanması lazım; sıvı yağ kullanıyoruz, her çeşit yağ kullandım, ancak asit oranı düşük yağ olması daha iyi olur. Kuruduğunu hissettiğiniz zamanlar yağ sürmek lazım. İki faydası var, birincisi ağacın nem almasının önüne geçtiğini düşünüyorum, ikincisi de üflediğim havanın hareketini hızlandırdığını düşünüyorum.

Tabi üfledikten sonra da nemi alınmalı, bu zarar verebilir.

Bu güzel sohbet için teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim.

bu yazı Kültür ve Sanatta Tavır Dergisinin 2007/04 tarihli sayısından alınmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kavaldunyasi.yetkin-forum.com
 
Sinan Çelik Röportajı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kavaldunyasi :: Kaval Dünyası :: Kaval Üstadları-
Buraya geçin: